16 Kasım 2013 Cumartesi

Kafka’nın Ruhuna el - Fatiha!


                                                                                                                              İdil ve Yasemin'e....
Pia! 

Dağların arkasında dünyanın bittiğini sanan o küçük kız çocuğu

şimdi büyüdü…

Erasmus programıyla gittiğim Kuzey Avrupa ülkerinin birinden,  Prag’ a gitmek üzere çıkıyorum yola. Küçük bir Avrupa turu olacak bu benim için. Oysa 36 numara ayaklarım için dünya çok büyükmüş, bilmiyorum o zamanlar. Havaalanlarında sabahlama, uykusuzluk, bel ağrıları,  yorgunluk, soğuk , uçak biletleri, shuttle saatleri  ve sonunda Prag. 

Sırf Kafka’nın baktığı yerden gökyüzüne bakabilmek için katlanıyorum onca şeye. Gittiğim her Avrupa şehrinde, sınıfa sonradan gelen bir çocuğun yalnızlığını paylaşırken, bu şehirde yerim çoktan hazır. Gözümde Prag, Franz Kafka ve onun hala oralarda olduğunu düşündüğüm ruhuyla özdeşleşmiş durumda. Evinin olduğu sokakta, sabahları evden çıkarken onu hayal etmek hiç zor değil. Bütün sokakları, caddeleri, sinagogları, Vlata Nehri’nin çamurlu suyunu, Karl Köprüsündeki heykelleri onun gözünden görmeye çalışıyorum. Yürürken, belki adımlarımız üst üste geliyordur diye heyecanlanıyorum. Aşklarını, acılarını, acziyetini, güçsüzlüğünü hissetmeye çalışarak arşınlıyorum sokakları. Aslında bu şehirde Franz Kafka, Hermann Kafka ve onun tüm çevresi hayatta. Sık sık kapanan hava, Hermann Kafka’nın ezici, boğucu, kudretli varlığını hatırlatıyor durmadan. Bu sırçadan şehri sallayan gökgürültüsü, Hermann Kafka’nın sindiren sesi. Şehrin ara sokaklarında onların ruhlarıyla dolaşmak, Café Louvre’de Kafka’yı karşına alıp karşılıklı çay içmek mümkün. 

Ruh halim ışık hızında değişiyor, durmadan dalgalanıyorum. Kafka’nın izini barındıran minicik bir şeyde heyacana boğuluyorum; gömülü olduğu Yahudi mezarlığında gözlerim doluyor. Franz, babası Hermann Kafka ve annesi Julie Kafka’yla aynı mezarı paylaşıyor, hala babasından kurtulamamış olmasına canım sıkılıyor. -Senin için üçüncü bir dünya asla var olmadı Franz, mezarında bile- diyorum içimden; Babaya Mektup’ta geçen şu sözlerini anımsayıp:
“…bu yüzden dünya benim için üç bölüme ayrıldı; benim, yani kölenin yalnızca benim için icat edilmiş ve asla bilemediğim bir nedenle asla tümüyle yerine getiremediğim yasaların boyunduruğu altında yaşadığı bir bölüm, sonra senin yöneterek, emirler yağdırarak ve benimkinden alabildiğine uzak bir ikinci dünya ve nihayet tüm diğer insanların, emirler ve itaatten bağımsız, mutlu yaşadıkları üçüncü bir dünya…”   

Hermann Kafka’ya hınçlanıyorum kendi kendime. Bir babanın, küçük bir çocuğun dünyasını nasıl kararttığını düşünmek kanırtıyor düşüncelerimi.-Sadece Franz’ın- ruhuna Fatiha okuyorum mezarlıktan çıkmadan. “Tanrım!” diyorum sonra, “sen acı çeken kullarını yanına daha erken al. “



EŞLİĞİNDE OKUYUN! 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder